Dünyanın iklim eylemine öncelik vermesi için daha kaç trajedi yaşanması gerekiyor?

-
Aa
+
a
a
a

Hüsnükabul'de, “Wake-up Call” [Uyanma Çağrısı] ile başlayarak; hem Doğu Afrika'da devam eden seller ve aşırı yağışların neden olduğu iklimsel mülteci krizini, hem de Akdeniz'de bir göçmen gemisinin batmasının ardından Yunanistan'daki mahkemenin kazanın uluslararası sularda gerçekleşmesi sebep gösterilerek iptal edilmesini konuşuyoruz.

""
Wake-up Call: Doğu Afrika’da Devam Eden Seller ve Akdeniz’de Ölüm Trajedisi
 

Wake-up Call: Doğu Afrika’da Devam Eden Seller ve Akdeniz’de Ölüm Trajedisi

podcast servisi: iTunes / RSS

Waseem Ahmad Siddiqui: Merhaba herkese, günaydın. Burası Açık Radyo 95.0. Ferhat Kentel ve ben -Waseem Ahmad Siddiqui- ile birliktesiniz.

Ferhat Kentel: Merhabalar, günaydın.

Ömer Madra: Günaydın, merhaba.

W.A.S: Önemli bir çağrı var; wake up call, uyanma çağrısı.

Uyandırma çağrısı. Derin uykudan uyanma çağrısı.

Wake, woke, wokeism...

Bu kelimeyi nasıl çevireceğimizi bilemedik aslında. Ahmet İnsel, Ufuk Turu programında bu kavramı kullandı. Şu anda, AB parlamentosunda Le Pen bu ifadeyi göçmenlere, özellikle de Müslüman göçmenlere ve bu konuya duyarlı olanlara, yani wokistlere karşı kullanmıştı. Wokeizm, geniş anlamıyla duyarlı olmak sosyal durumlara duyarlı olmak, dinlemek, görmek, kulak vermek gibi de çevirebiliriz. Bu İngilizce kavram özellikle azlılık hakları için çeşitli mücadelelere atıfta bulunan başta ABD ve birçok Avrupa ülkesinde duyarlıları, yani wokistleri kınamak için -ve burada tırnak içinde söylemeliyiz belki, aslında solcu ideolojileri kınamak için- muhafazakar ve aşırı sağcı politikacılar tarafında düzenli olarak kullanılıyor. -Wikipedia bilgisine göre.-

Wake-up çağrısı; uyanma, uyandırma çağrısı ilk kez Common Dreams manşetinden Brett Wilkins kaleme alıyor. Afrikalı bir iklim kampanyacısı kendisi. Şöyle diyor; “uyanın, Doğu Afrika'da devam eden seller var.”

Birleşmiş Milletler Göç Örgütü, Çarşamba günü yaptığı açıklamada haftalarca süren -hâlâ da devam eden- sağanak yağmurun yol açtığı aşırı sel felaketinin Doğu Afrika'da yaygın bir biçimde yerinden edilmeyi tetiklediği, sadece son beş günde yüz binlerce insanın selden etkilendiğini ve iki yüz binden fazla insanın çoktan yerinden edilidiğini bildirdi.

Uluslararası Göç Örgütü; Brunudi, Kenya, Ruanda, Somalya, Etopya ve Tanzanya'da 637.000'den fazla insanın etkilendiğini ve en az 234 bin kişinin şiddetli yağmurlarla sel, toprak kaymaları ve alt yapı hasarları sebebiyle zarar gördüğünü ve yerinden edildiğini söylüyor.

Aşırı yağışlar ve sel felaketleri yaklaşık çeyrek milyon yeni Doğu Afrikalı iklim mültecisi yaratıyor. Burada iklim mültecisi kavramının altına çizmek istiyorum; yerleşik bir kavram. Çok acil -tam da wake up!- hemen harekete geçmeye uyumlu, uykudan uyan çağrısına gönderme yapıyor.

Kenya'da en az 233 kişi hayatını kaybetti ve çok sayıda kişi de yaralandı. Kenya Cumhurbaşkanı William Ruto, Cuma gününde yas ilan etti. Brezilya'daki olağanüstü yağmurlar da benzer şekilde. -BBC'nin Cumartesi günkü haberinden bu- "bütün kasabalar ve büyük şehir merkezleri neredeyse tamamen su altında kalmış durumda" diyor.

Geçtiğimiz hafta Afganistan'da da büyük bir sel felaketi yaşandı. Bir iklim çöküşü! Orada da üç yüze yakın insan bu selden etkilendi.

Dünyanın böyle bir hali gördüğünüzde, yeryüzünün diyelim, bu yeryüzünün halini düşündüğümüzde bir soru gündeme geliyor: Dünyanın iklim eylemine öncelik vermesi için daha kaç trajedi yaşanması gerekiyor? Bu çok acil bir soru ve hemen karşımızda duruyor. Sadece düşünme eylemi olarak değil, hemen harekete geçmeye, uyanmaya, "wake-up call"a atıfta bulunuyorum.

Ne dersin Ferhat? Böyle bir trajedi karşısında nasıl bir eylem gerçekleştirebilir? Bu da başka bir gerçek şu an iklim mülteciliği göz önümüzde bulunduğumuzda.

F. K: Bu Açık Radyo'da, Açık Gazete'de sık sık gündeme gelen bir konu ama bir kere daha altın çizmekte yarar var. İklim krizi, seller, felaketler, Afganistan, Brezilya... diye sayarken zaten Güney'den -tırnak içinde- "az gelişmiş" olarak adlandırılan yerlerden söz ediyoruz. İlginç bir şey. Bütün iklim krizinin müsebbibi ile bunun derdini yaşlayanlar ne kadar farklı durumlarda?

Sanayileşmenin, kapitalist politikaların ekmeğini yiyenler, bunun kaymağını yiyenler bu işten çok zarar görmedi -en azından şimdilik-. Bunun ceremesini dünyanın diğer ucundaki insanlar çekiyor. Dehşet bir sınıf farkı var! Bunu önce bir not etmek lazım ama yanı sıra şunları da düşünmek lazım; iklim krizinden kaynaklı bu tür mültecilik var, yüz binlerce insan evlerinden oluyor. Bunlar bir yere gitmek, bir yerde yaşamak zorundalar. Bu bize şunu gösteriyor, yerinden edilmek aslında göçün bir türü. Göç etmenin onlarca sebebi var; savaşlar, diktatöryal baskılar, ekonomi, işsizlik, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, eğitim haklarından mahrum kalmak... Sayabileceğimiz birçok sebep var. Bu sebeplerle ülkeden ülkeye gidince mültecilik diyoruz ama sınırları düşünmeyin sadece, sebep iklim olunca da göç. Birileri bir yerden göçüyor. Ülke içinde de mültecilik var. Ülke içinde doğudan batıya, güneyden kuzeye birçok insan göç ediyor.

Gidilen yer İstanbul, Ankara, İzmir olabilir. Paris, Londra, New York olabilir. Buraya gelenler Meksika'dan, Afganistan'dan, Diyarbakır'dan, Kars'tan geliyor olabilir. Bu farkı düşünmenin hiçbir anlamı yok. Yani bizim ulus devletimiz, bizim topraklarımız dediğiniz zaman anlamsız, boşta bir laf söylüyorsunuz.

Ülkenin doğusundan gelen birtakım insanlar gibi bir sürü sıfatları yapıştırabiliyorsunuz ama onlar da burada bir şeyleri ele geçiriyorlar diyorsunuz. Kürtler oluyor, Paris'teki Araplar oluyor... Suriyeliler olduğu gibi.

Bu yerlerinden yurtlarından edilen insanlara tepeden, sınıfsal, kültürel bakmak yerine biraz da hepimizin meselesi olduğunu düşünmekte yarar var. İklim kriziyle ortaya çıkan mülteciliği çok daha sıradan, basit, günümüzde, hemen sokağımızda, hemen yanı başımızdaki birtakım göç olayları ile birlikte düşünmek lazım diye düşünüyorum.

Ömer Madra: Evet yani ben de bir ufak ilavede bulunayım izninizle. Mesela okyanuslarda ve küçük ada ülkelerinde -küresel mahkeme gibi bir şeyden açıklanan- bir bildiri vardı.

Aktivistlerin elindeki pankartın fotoğrafı vardı Common Dreams'te; “Dünyanın geri kalanına sesleniyoruz. Bize lütfen ülkemizin barınabileceği bir yer, bütün ülkemizin barınabileceği bir yer söyleyebilir misiniz?”.

Yani durum olağanüstü vahim. Hatta daha önce Açık Radyo'da, Açık Gazete'de söyleme fırsatı bulduğumuz bir şey vardı. Yüzyılın sonlarına doğru, hatta yüzyılın sonunu bulmadan da 2 milyara yakın insanın iklim mültecisi olabileceği yolunda çok önemli raporlar yayınlandı.

Bunun ötesinde, bir yandan seller; Pakistan'da da mesela yerleşim alanının üçte biri sular altında kalmıştı. Bugün de Brezilya'da, uydudan çekilen fotoğraflarda binaların çatıları görünmüyormuş sulardan. Bir yandan da aşırı, inanılmaz sıcaklar! Güney yarım küre kışa girerken anormal sıcaklıklarla, Hindistan'da 48 dereceyi bulan yerler var, daha bugün okuduk.

Yani, insanların barınabileceği herhangi bir yer kalmadığını söylemek lazım. Ayrıca, okyanuslarda mesela bu yüzyılın sonuna kadar deniz canlıları kalmayacak. Açık Gazete'de okumuştuk dün. 

Tropik bölgelerdeki okyanusta deniz canlıları hayatta kalmazsa ne olabileceğini düşünmek bile imkansız. Bu okyanusun kıyısında yaşayan insanlara ve diğer hayvanlara da ölüm fermanı demek. Böyle bir vahametten bahsediyoruz kötü konuşmuş gibi olmayayım.

F.K: Evet aslında ulus devlet sınırları denen şeyin artık dayanamaz hale geleceğini de öngörmek çok zor bir şey değil.

W.A.S: Burada bu iklim mülteciliği denilen durumun aslında çok acil bir şey olduğunu da hissediyoruz. Sadece hissetmiyoruz, hakikaten üzerimizde bazı şeyler çöküyor. Bu ifade ağzımdan çıkmıştı, geçen yayında; kapitalizm çöküyor ama üzerimize çöküyor. Ben bu programa iklim çöküşüyle yön vermek istedim.

Sara Ahmed, bir postkolonyal kuramcısı; orientation, orient kavramını kullanıyor; yön vermek. Hemen yanımızda olaylar var; hem insan hakları hem de diğer canlılarla birlikte yaşamak.

Dolanıklık, entanglement diye bir başka kavram var. Her şeye aynı anda bakmaya, düşünmeye, vicdani olarak hissetmeye, derin bir insan olarak bu durumları duymayı anlatmaya belki bir çare olabilir mi? Kendi kendime düşünüyorum.

Şimdi isterseniz hemen bir sonraki habere geçelim. Dün, Guardian manşetinde Helena Smith Atina'da bu haberi kaleme alıyor. Hatırlarsanız geçen sene 2023 Yunanistan'da meydana gelen gemi kazası nedeniyle dokuz Mısırlı göçmen hakkındaki suçlamalarla ilgili bir mahkeme görüldü ama bu mahkemeye düşürüldü. Yani vazgeçildi. Yunan Mahkemesi bu felaket "uluslararası sular"da meydana geldiği için davaya bakma yetkisi olmadığını söyledi. Bana çok traji komik geliyor. "Uluslararası sularla hayatını kaybettiler, bizimle bir ilgisi yok" diyorlar.

F.K: Peki, kimle ilgisi var diye sormak lazım değil mi? Bu arada suçlanan insanların bir kısmı da mülteci. Uluslararası sular diyorsun. Uluslararası sularda gemilerin gidiyor, bir şeyler oluyor, orada tatbikatlar yapıyorsun. Mülteciler olunca bir anda gözünü başka tarafa çeviriyorsun. Kimin yüzünden öldü bu insanlar? Bir yandan evet, göçmen kaçakçıları var. Tabii ki birileri bu işten para kazanıyor. Tabii ki Yunan güvenlik kuvvetlerininde ciddi bir sorumluluğu var. Çünkü tam önlerinde battı bu gemi. Onların sözde kurtarma çabaları eşliğinde battı.

Ö.Ö: Hatta engellediler, ben de onu söyleyecektim. Örtbas ettiler ve engellediler. Bunlar da ortaya çıktı bu kazada. Çünkü gemi yardım sinyali gönderiyor.

F.K: Böylece sahibi olmayan bir suç bırakıyorsunuz ortaya. Göçmenlerin gitmesine sebep olan bütün ülkelerin -göç veren- o ulusal yapıların da suçlanması lazım. E tabii ki emperyal politikalarla, Avrupa'yı bir cennet, Afrika'yı da cehenneme çeviren ülkeler de. Yunanistan ne güzel suçlular ortaya çıktı, bu bizim suçumuz değil dedi. 

W.A.S: Şu an özellikle aşırı sağcıların itham ettiği duruma düşüyoruz. Çok fazla duyarlısınız, diyorlar.

F.K: Tabii biz böyle konuşunca wokeist oluyoruz şimdi.

Ö.Ö: Duyar kasıyorsunuz diyorlar.

Ö.M: Duyar kasmak deniyor, evet. Wokeism'e.

F.K: Duyar kasmak iyiymiş, evet.

Ö.M: Çok ilginç bir terminoloji. Ben bir ilavede daha bulunmak istiyorum. O da yeni bir haber olarak çıktı. Dünyanın en büyük petrol şirketlerinin sekizinin Paris Anlaşması'ndaki hedefleri tutturmanın çok uzağında olduğunu söyledikleri bir durum var. Hatta onlara artık iklim kundakçıları adı da veriyor bazıları. Oil Change International diye bir sivil toplum kuruluşu var, hak mücadelesi yürüten. Yeni yayınlanan raporunda en büyük şirketler BP, Chevron, Conoco, Philips, Eni, İtalyan, Equinor, Norveç, BP, İngiliz, Chevron, Amerikan, Exxon Mobil, Shell, Total Energy... Tümüyle dünyayı iki buçuk dereceden fazlalık bir sıcaklık artışı yoluna mahkûm ediyorlar. Bundan daha büyük bir kokmuşluk olamaz.

Biraz önce insanların yerini, yurdunu terk etmek zorunda kaldığını, kendi ülkesi içinde ya da dışına gittiğini söylerken bir de bu korkunç sıcaklıktan ölenler var. Özellikle de yoksul işçilerin başına geliyor çalışmalarda. Orta Doğu bölgelerinde falan da korkunç şeyler oluyor. İkisi de bu iklim mülteciliğini kat be kat arttırıyor tabii.

W.A.S: Çok kısa bir soruyu bırakmak istiyorum. Uluslararası suların ne demek olduğunu bir kere daha sormak istiyorum. Bizim ilgimiz yok diyorlar. Petrollerin çıktığı yerler de bu uluslararası sular oluyor. Bunu bir not olarak söylemek istedim. Şimdi evet, Tunus'ta geçebiliriz. Ferhat, sen devam ister misin?

F.K: İnanılmaz bir baskı söz konusu. Hükümeti eleştiren gazetecilere, göçmenlere ve sivil topluma yönelik. Baskıları konuşanlara karşı da bir cezalandırma yöntemi baskı. Dışarıdan birileri geliyor, ülkenize göç ediyorlar, iltica ediyorlar, sen de sivil toplumları olarak bu insanların meselelerini kamuya taşıyorsun, onlar hakkında yazıp çiziyorsun, onlara yardım etmeye çalışıyorsun ve ceza yiyorsun. 

İnanılmaz bir domino etkisi gibi, uluslararası bir baskı politikası var. Türkiye'deki kanun tasarısı var mesela şu sıralarda gündemde, etki ajanı denilen. Gürcistan'da bu oylandı. Sonra Cumhurbaşkanı veto etmiş olabilir bunu. Rusya'da zaten uygulanan, yabancılarla ilişki konusunu hedefine koyan, bu konuda asla taviz vermeyen, ülke içinde yabancılıkla ilgili politikalar var. Bütün bunlar ulus adına yapılıyor, ulusal çıkarlar adına yapılıyor.

Rusya, Tunus, Türkiye, Gürcistan gibi ülkelerin kanun yapıcıları birbirinden ne kadar çok etkileniyorlar? Aslında yabancı etkisi, yabancı ajan etkisi, ajan, etki ajanı gibi laflar bütün ulusal diller arasında inanılmaz bir bağlantı olduğunu göstermiyor mu? Sen her seferinde kendin yabancı etkisi altındasın. Sen Trumpçı ideolojilerin güç, iktidar, şiddet, her şeyi şiddetle çözebilme dillerini, askerlerini, asker kıyafetlerini yapıyorsun. Hepsini zaten yabancı etkisi altına yapıyorsun. Reel politika diyorsun buna, mecburuz diyorsun, şartlar böyle gerektiriyor diyorsun. Gürcistan'dan, Trump'tan, Putin'den hiçbir farkın yok. Tunus'ta yapılan da aynı şey, onu demek istiyorum. Orada sivil toplum gayet insani olarak ellerini taşın altına koyuyor. Dünyanın yaratmış olduğu sorundan insanları kurtarabilmek için bir şey yapıyorlar.

Ö.Ö: Varoufakis'in kurucusu olduğu Progressive International bu tarz gelişmeler için gerici enternasyonel diyordu.

F.K: Çok, çok güzel. Tam gerçekten.

Ö.Ö: Dünya çapında, birbirlerinden öğreniyorlar. Ayrıca konferanslarda da buluşuyorlar.

F.K:: Demek ki birbirleriyle paylaşıyorlar işte.

W.A.S: Bu bir kampanya aslında Tunus'ta, şu an yürütülüyor. Hükümet, gazeteciler ve bu göçmenlere çalışanların “kötü niyetli” olduğunu söylüyor.

Ö.Ö: Geçen ay İyi Parti'de - kendine iyi adını veren partide- bir başkanlık değişimi oldu. Daha özüne döndü. Eski bir ülkücü lideri başkan oldu. İlk yaptığı açıklama; etki ajanı yasasına Türkiye'de geçilmesi planı etki ajanı. Yine top göçmenlerin başına patladı.

F.K: Yani aslında hükümet de benzer şeyler söylüyor. Bunlar bizim hükümete darbe yapmak için ya da hükümetin kredisini düşürmek için, itibarını düşürmek için yapılan hareketler olarak adlandırılıyor. Bir mağdur ya da ihtiyaç sahibi bir insan hakkında konuştuğun zaman bile hemen alınma hali söz konusu. Filistin hakkındaki işte bütün duyarlılık, duyarsızlık meselesi, duyar kasmak dediğimiz olaylar da aslında belki burada.

İngiltere'de yüz binlerce insan sokaklarda, Amerika'da keza öyle. Niye bu memlekette kimse sokaklara çıkamıyor? Hani biz Müslüman ülkeyiz, hani biz Filistin yanlısıyız? Gayri samimiler. Ticaret yapılıyor. Radarlar kapatılıyor, sanki İsrail'e gitmiyormuş gibi gösteriliyor gemiler. 35 bin insan ölüyor. Hamas da yapmasaymış diyor.

Dolayısıyla bu duyar kasmaya devam etmek lazım.

W.A.S: Bu aslında başından beri ana soru; mülteciliği aynı anda başka meselelerle nasıl konuşabiliriz? Nasıl bir tartışma alanı yaratabiliriz? Böyle bir ihtimali var mı?